Öğrenciler, dershane çalışanları ve dershane sahipleri zarara uğratılmadan dershaneler tedricen kapatılmalıdır. Dershaneler eğitim sisteminde küçük yararları olsa da devam eden büyük zararları önlemek için kapatılmalıdır. Bu yalnız hükümetin değil, hepimizin sorumluluğudur.
Dershaneleri eğitim sistemi içinde bugünkü konumuna ulaştıran eğitim sistemimizin öğrenme eksenli değil, sınav eksenli olmasıdır ve bu sınavlarda başarılı olmak eğitimin herhangi bir çeşidinde veya düzeyinde belli bir seviyede olmanın ölçüsü de değildir. Çünkü “ezberle geç ve unut” başarılı olmak için yeterlidir. Buna ölçme ve değerlendirme sistemi neden olmaktadır. Eğitimin tüm aşamalarındaki ders geçme ve merkezi sınavların hiçbiri bundan azâde değildir. Sınavlarda ölçülmek istenenle ölçülen farklıdır. Bunu ölçme ve değerlendirme biliminin herhangi bir aşamasından geçen herkes bilir.
Bir sınavla temelde üç şey ölçülür.
Bunlar, saha bilgisi, bilginin derinliği ve kullanabilme seviyesidir. Örneğin üniversite seçme sınavlarında, öğrencinin temel eğitimde aldığı derslerle ulaştığı analiz ve sentez düzeyi ölçülmesi gerekirken, hafıza ve kavrama düzeyi ölçülmektedir. Herhangi bir sahada hafıza ve kavrama düzeyi çok tekrarlı yapmayla güçlendirilerek elde edilen “usta veya teknisyen zekâsıdır.” Oysa fakülteler için gerekli olan akademik zekâ; öğrencinin temel eğitimde aldığı bilgiyi “analiz ve sentez” yapabilme düzeyidir. Akademi bunu kendi alanı için gerekli temel eğitimde yapabilen öğrenciye alan bilgisi vererek “icat/yaratım” düzeyine çıkarmak için vardır ve her türlü eğitimin en nihai amacı budur.
Soruların dili
Soruların dili bile avantaj ya da dezavantaj sağlayabilir. Sınavlarda sorulan sorular, aynı müfredata göre hazırlanmış iki ayrı kitaptan olsa, söz konusu kitaplardan diğeriyle hazırlanan açısından dezavantaj olmaktadır ki yıllardır sorular dershane kitapları eksen alınarak hazırlanmaktadır. Bir taraftan okullar, müfredatı yetiştirmeye çalışırken diğer taraftan dershaneler seçme konuları çocuklara “belletip, kavratarak”, hız kazandırmaktadırlar. Bu da dershaneleri eğitimde yapısal bir haksızlığın kaynağı haline getirmektedir.
Eğitim süreçlerinde, sınavlarla amaçlananların başka ölçülenin başka olması çocukları yanlış yönlendirmektedir. Eğitim süreci istenen formasyonu vermediği için çocuk bir ortaokul sonda, bir de lise sonda hazırlıksız yakalanmaktadır. İşte bu sıkışma duygusu ticarete konu olmaktadır. Bir tür umut tacirliği yapılmakta, zaten cevheri altın ve gümüş olan çocuklar vitrine konularak, cevheri demir ve toprak olan kalabalıklara altın ve gümüş olabilecekleri ümidi verilerek maddi yarar sağlanmaktadır. İşin diğer tarafı ise sınav sisteminin ölçüm zaaflarından dolayı demir cevherli bazı çocuklar altın cevherinin işlenmesi gerektiği okullara yoğun “belletme ve kavrama” ile gidebilmektedir. Bu durum akademiyi çürüten etkenlerin başındadır. Bunlar; yoğun çalışma ve ezberle okulları bitirebilmekte fakat asla analitik düşünebilme ve yaratıcı bir düzeye ulaşamamaktadırlar. Unutulmamalıdır ki, Osmanlıyı İmparatorluğa taşıyan Enderun hocaların, altyapının eksikliği veya finansman eksikliğinden değil, rüşvet ve iltimas yoluyla gelen öğrenci profilinin zekâ düşüklüğünden dolayı yok olmuştur.
Fırsat eşitliği mi?
"Dershane olmasa yoksulların çocukları üniversiteyi kazanamaz" sözü “dershane olmasa bazı yoksulların çocukları üniversiteyi kazanamaz” şeklinde olsaydı doğru kabul edilebilirdi. Fakat maddiyat nedeniyle dershanelere gidemeyen milyonlarca çocuğu hesaba katmamak büyük bir haksızlıktır. Dershaneler fırsat eşitliğini büyük oranda yok etmektedir. Dershanelere yalnızca zengin çocuklarının gitmiyor olması doğru fakat dershanelere maddi koşulları uygun ailelerin çocuklarının gidiyor olması da bir başka doğrudur.
Ülkemizde 12 milyon yoksul aile çocuğu dershaneye gitmek istese de gidemiyor. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) Mayıs 2013 verilerine göre Türkiye’de yaklaşık 19 milyon ailenin 11 milyonu aylık 450-1200 TL arasında gelirle açlık sınırının altında yaşamaktadır ve bunlara sayıları yaklaşık 1 milyon geliri 450 TL’nin altında aileleri de eklediğimizde 12 milyon aile ediyor. Birer çocukları olduğunu var saysak ki bu daha fazladır. 12 milyon çocuk eder. Bu aileler çocuklarını yıllık ortalama 2500-3000 TL vererek dershaneye nasıl gönderilecek? Bu haksız rekabet değil mi? Buna hangi vicdan veya din müsaade ediyor?
Arizî bir kuruk
Bir başka ifadeyle dershaneler, eğitim sistemi için asli değil arızi bir kurumdur. Devletin kısmen ya da tamamen terk ettiği bir alanı doldursalar, asli eğitim kurumu denebilirdi. Örneğin; devlet yabancı dil öğretimini hizmet satın alma şeklinde yapsa, yabancı dili kamu okullarından çıkarsa ve bu eğitimi dershaneler verse idi asli eğitim kurumu olurdu. Ya da herhangi bir alanda öğrenme aşamalarından birindeki çocuğu alıp bir üst aşamaya geçiriyor olsaydı da asli bir eğitim kurumu sayılabilirdir. Bunlar; bilme, kavrama, yapma, analiz, sentez ve yaratımdır. Dershaneler çocuğu herhangi bir alanda mesela yapma düzeyinden analiz düzeyine ya da analiz düzeyinden sentez düzeyine yükseltmiyor. Tekrar yoluyla belletme ve kavramayı pekiştiriyorlar. Böylece bilgi ve kavrama düzeyinde pekişme sağlayıp, test tekniğinde hız kazandırarak avantaj kazandırıyor. Hülasa dershaneler eğitim öğretim açısından furuattır.
Ayrıca dershanelerin varlığı, öğrencilerin genelinde eğitim süreci içinde “nasıl olsa son sınıfta veya bitirince bir dershaneye gider, eksiklerimi tamamlarım” beklentisi yaratarak anlık ve günlük eğitimin ertelenmesine neden olarak eğitim sisteminin çürümesine yol açan en önemli nedenlerden de biridir.
Her aşamada öğrencinin dikkatini anlık ve günlük öğrenmeye çevirmek zorunludur. Bu bağlamda sınav soruları okul kitapları eksenli hazırlanmalı, ezber ve kavrama değil, analiz ve sentez düzeyi ölçülmelidir. Bu dershanelere ihtiyacı etüt ve belletme düzeyine indirecektir. Çocukların günlük ve anlık öğrenmenin önemini kavraması zorunludur. Sistem bunu kavrayarak, her aşamada hayata geçirmeyenleri elemelidir. Öğrencin eğitim öğretim hayatı boyunca her an ve aşamada ölçümlerinin toplamıyla değerlendirilmesi hem adil hem de sağlıklı bir gelişim takibini mümkün kılar. Bu da anlık ve günlük çalışmayı artırarak öğrenme aktivitesini zorunlu kılar. O zaman, her aşamada okullar, kendilerine lazım olan yetenek, beceri, ilgi ve bilgi derinliğindeki çocuklara ulaşabilir. Bu eğitim sistemini gerçek zeminine oturturken, çocukların da oyun ve eğlenceye vakti kalır.