Kongreyi değerlendirmek amacıyla kaleme aldığımız önceki yazımızda dile getirdiğimiz şikâyetlerden biri olan protokol misafirlerinden başka kimsenin konuş(a)mamasına Şalpazarı dernekçiliğinin en deneyimli isimlerinden biri olan Erol Yanık hak vererek, “kongre iki gün olsun. İlk gün konuşmalar, ikinci gün de oylama yapılsın” teklifi getirdi. Bize göre de son derece makul ve pratik bir çözümdür. Şalpazarı dernekçiliği artık siyasi partiler ya da spor kulüpleri gibi iki günlük kongreler yapacak olgunluk seviyesine erişmiştir. Dünkü kuruluş değil Şalfed, Türkiye’nin ilk ilçe federasyonundan bahsediyoruz.
Bir başka mesele, ilk yazımızda değinmeyip şahsi sosyal medya hesabımızdan hakkında açıklama yaptığımız bir problemdi. Geçen pazar gününün tamamını kongreye ayırdık. Toplu fotoğraftan sonra herkes işine gücüne, keyfine âlemine giderken biz oturduk ve uzun süre uğraşarak haberi yayına hazırladık. Üstelik bunu neye rağmen yaptık? Salonda adımızı bırakın mesleğimizin bile anılmamasına rağmen. Bilenler bilir, bu tür organizasyonlarda konuşmacılar sözlerine selamlamayla başlar ve en üst düzey protokol misafirinden aşağı doğru teker teker sayar. En sona da lütfen “ve basın mensupları” diye ilave eder. Fazlasında gözü olmayan basın mensuplarına bu yeter de artar. Teamül böyle olmasına rağmen o lütfen yapılan ilave hiçbir konuşmacının aklına gelmedi her ne hikmetse.
Kasıt yoktu tabii, ancak...
Erol Yanık arayarak bunda kasıt olmadığını söyledi ama bu aslında daha da vahim bir duruma işaret etmiyor muydu? Zaten kasıt olacağı bizim aklımıza bile gelmemişti de; anlaşılan biz de kimsenin aklına gelmemiştik.
Basın mensubu plaket, teşekkür, onore edilmek, nam salmak kaygısında değildir. Bu tür meclislerde adı anılırsa haberleri ve yazıları daha fazla insana ulaşır, daha etkili olur. Bütün derdi zoru budur.
Gerçekleri biraz fazla gözünüze sokan gazeteci sizi rahatsız ederken, hemşehrilik uğruna her haberi “aman zarar vermeyeyim” süzgecinden geçirip de yayınlayan gazetecinin kıymeti neden bilinmez?
Gerçi bu kişisel bir mesele değil ama yine de fazla üzerinde durmayalım. Bundan ötesi yüz yüze görüşmelerde konuşulması gerekir diye düşünüyorum.
Şalfed özelinden yola çıkarak yine genel bir probleme değinmeye çalışalım. Eğitim meselesi bizim toplumda neredeyse put haline gelmiştir. Sözde bu kadar önem verilmesine rağmen eğitimdeki problemlerin bir türlü çözülemiyor oluşunun sebeplerini kimse inceliyor mu bilmiyorum ama biz STK’lardan gidelim. Özellikle bizim Şalpazarı derneklerinin etkinliklerinde ağızlar açılır eğitim, kapanır eğitim.
Bakınız dostlar. Ekonomik gücünüz olmazsa ne eğitebilirsiniz, ne öğretebilirsiniz, hâttâ ne savaşabilirsiniz ne de barışabilirsiniz. Hiçbir şey yapamazsınız. Ekonomik güç nasıl ve neyle olur, tabii ki sermaye birikimiyle. Bizim etkinliklerde konuşan büyüklerimiz şöyle bir mantık kurarlar:
"Biz Şalpazarlıların iş adamı yok, sanayicisi yok, o halde tek çaremiz eğitim."
Hey Allahım Yarabbim… Yahu bu kadar komik bir çıkarım olur mu? Paran yok, o halde oku. Sonra? Git devlet kapısında ya da bir sermaye sahibinin yanında üç kuruş maaşa çalış, o da iş bulabilirsen tabii. Madem İstanbul’da bu kadar nüfusa sahibiz, üçer beşer kişi bir araya gelelim de şirketler kuralım, iş yapalım, para kazanalım. Yok! Bizim parayla işimiz olmaz, o bizi bozar.
Para olmadan ne savaş ne de barış
Tarihe şöyle bir göz atınız. Sermaye sınıfının içinde olmadığı hiçbir hikâye yoktur. Düşünmeye Hz. Osman’ın (r.a.) Bedir Savaşı öncesinde İslâm Ordusu’na bin deve bağışlamasıyla başlayabilirsiniz. Daha önce hiç duymadınız mı yoksa? Utanmayın, sıkılmayın. Bizde böyle para işleri bir takım nedenlerden ötürü özellikle gözden kaçırılır. Dolayısıyla duymamanız normaldir.
Uçağın, tankın, tüfeğin, nükleer silahların henüz olmadığı bir zaman diliminde devenin savaşta ne kadar önemli bir vasıta olduğunu göz önünde bulundurun ve Hz. Osman’ın (r.a.) yaptığı bağışın boyutunu ona göre kavramaya çalışın. Her şey bir yana, artık nostaljiden başka fazla bir anlam ifade etmeyen deve bugün kaç paradır?
Hz. Osman’dan (r.a.) başlayın, Osmanlı'nın kuruluşundan yıkılışına, Fransız İhtilali'nden Kurtuluş Savaşı'na kadar inceleyin ve bugüne kadar gelin. “Paramız yok, o halde okuyup adam olalım” çıkarımının ne kadar traji-komik olduğunu daha iyi anlayabilirsiniz sanırım.
Şalfed ve diğer hemşehri STK’ları. Hedef kitlelerinin ihtiyaç ve taleplerine cevap verebildikleri ölçüde güçlü ve sağlıklı olurlar. O ihtiyaçlar da sadece keşkek, kermes, eğlence, burstan ibaret değildir. Kongrede konuşmacılar bunu çok kibar şekilde ifade ettiler, belki akıllarda kalmamıştır. Ben bir kez daha hatırlatayım acizane.
Birden aklıma geldi: Parasız pulsuz siyasette başarılı olunabiliyor mu acaba? Kongrede konuşanlarımızın hemen hepsi siyasetçiydi de, ondan sorayım dedim. Onlar da düşünsün, biz de düşünelim bakalım.
Sayın Basın Arkadaşım Sınıf Arkadaşım. Yazını okudum elbette kasıt yok ancak, Sizleri tenzih ederim Bazı kefelerde Fark var, Demek ki neyapmak gerekir Karşılıklı Şimdiki Şalfed yönetimle kısa zaman içinde bir toplantı Randevusu almanızı öneriyorum. Siz basını önce dinleyelim Sonra biz konuşalım Uzlaşı yolu bulalım diyorum ben Şahsi fikrim