Hoca, köylü bir ailenin okumasına karar verilmiş çocuğuydu. İmkânlar ölçüsünde okutulmuş ve ilkokul öğretmeni olmuştu. İki yıl kadar bağlı bulunduğu vilayetin diğer ilçelerinde görev yaptıktan sonra yeni evlendiği eşiyle birlikte köyünün bağlı olduğu kasabaya atanmıştı.
İlkokul öğretmeniydi ama aynı zamanda amatör futbolcuydu. Kabına sığamayan bir kişiliği vardı. Dönemin şartlarında kasabada bulunan ve ilerleyen yıllarda lise olacak olan ortaokulun branş öğretmeni eksiğinden dolayı dışarıdan beden eğitimi derslerine girmeye başlamıştı.
Ülkemizde beden eğitimi derslerinin formatı bellidir ve halen değişmemiştir: Eşofmanlar giyilir, okulun bahçesinde sıraya girilir, askeri eğitimden esintiler taşıyan bir iki “yanaşık düzen” hareketinden sonra öğrenciler serbest bırakılır, onlar da gönüllerince top oynar. Bazen sadece top oynanır. Hiçbir şey yapılmasa da olur. Kimse bunu problem etmez.
Ama bizim hoca farklıydı. Futbolcuydu ve kasabada çok yetenekli çocuklar da vardı ama bakmıştı ki futbol oynamaya yeterli alan yok, o da bir başka top oyununa, voleybola yönelmişti. Futboldan başka her spor dalının en fazla şöyle yan gözle seyredildiği bir ülkede, hele de dünyayla ilişkisi minimum düzeyde seyreden bir kasabada voleybolda ne yapılabilir, ne kadar yapılabilirdi?
Hoca, devrin şartlarına göre büyük işler başardı, kasabanın lise voleybol takımıyla. Bölge şampiyonu bile oldular ama bir takım sorunlardan dolayı ülke şampiyonasına gidemediler.
Sadece voleybolla kalmadı hoca. Kasabada 19 Mayıs Bayramı kutlamaları bir görsel şölene dönüşmüştü. Her bayram kutlaması ilgiyle izlenir, resmi törenler bittikten sonra halk da kendi usulünce kutlamalara katılırdı ama 19 Mayıs kutlamaları gerçekten bir başka olurdu. Bu sıra dışılık hali ilgili bakanlığın bile dikkatini çekmiş ve bayram kutlamasındaki başarıdan dolayı kendisine teşekkür plaketi gönderilmişti. Hoca bunlarla kalmamış, lise horon ekibine vilayet merkezindeki yarışmalarda derece aldırmıştı.
Hoca, kolejlerde ya da spor akademilerinde okumamıştı. Folklor eğitimi de almamıştı. En fazla görünen meziyeti olan olağanüstü insan ilişkileri, bu özelliklerini nereden aldığı sorusuna perde olmuştu her zaman.
Bugün hayatta olsaydı kendisine bu sıra dışı özelliklerinin sırrı sorulabilirdi, fakat çok genç yaşta yine sıra dışı bir ölümle hayata veda etmişti hoca. Aslına uygun şekilde senaryosu yazılıp film yapılsa, dünyanın en saçma filmleri sıralamasında dereceye girecek kadar traji-komik bir ölümdü bu.
Ölümünün görünen yüzü anlaşılır gibi değildi, o yüzden meselenin görünmeyen taraflarına inmek gerekiyordu. Hoca, ölümünden üç sene evvel büyük şehre tayinini istemiş ve tayini de çıkmıştı. Ailecek büyük şehre gidecek, başka bir hayata başlayacaklardı. Fakat hoca bilinmeyen bir nedenle bir dilekçe vererek tayinini durdurmuş, iki sene sonra gitmeye karar vermişti. İki sene de gelip geçtiği halde yeniden tayin istememiş, bir sonraki sene de hayata veda etmişti.
Hoca vefat ettiğinde çocukluktan ergenliğe geçiş döneminde olan ve büyük bir travma yaşayan büyük oğlu, uzun yıllar bu tayin durdurma tercihini çok sevdiği ve sevildiği, dolayısıyla büyük itibar gördüğü çevreden kopamamak gibi bir zaaftan kaynaklandığına hükmetmişti. Fakat kendisi de orta yaşlara doğru geldiğinde anlamıştı ki, aslında doğup büyüdüğü, kendini ait hissettiği memleketini o garip ve mahzun haliyle bırakıp gitmeye gönlü elvermemişti hocanın.
O kasabaya hocadan önce de sonra da büyük hizmetleri geçen değerli şahsiyetler çıktı. Kıymetleri yeteri kadar bilindi-bilinmedi, ayrı konu. Fakat hiçbiri hoca gibi bir şarjör mermiyle ödüllendirilmedi.
Hoca kasabaya büyük gelmiş, kasaba hocayı kaldıramamıştı. Bu traji-komedinin en acımasız ama en net ve en doğru teşhisi de buydu.
Çok değerli hocam benim öğretmenimin eşi olması hasebiyle kendisini çok iyi tanıma şansım oldu. Ana yazıda özetlenenlerin dışında bilinmeyen bir yönü de ilçedeki dükkanların çoğunun tabelasında merhum Hocamın imzası vardı.Acı olan spor adına en mutlu olduğumuz bir gece yaşamını yitirmiş olması.Kendisine Yüce Yaradandan RAHMET Diliyorum.