Seçimler geldi geçti, tartışmaları bir süre daha devam edecek. Bu her zaman böyledir bilindiği gibi. Hali hazırda seçmenin ne mesaj verdiğinin yanı sıra İstanbul’daki seçim gündemi fena halde işgal ediyor. Fakat bizim konumuz kendi özelimiz Şalpazarı. Aslında gurbetteki Şalpazarı.
Şalpazarı’nın Trabzon’un ilçeleri arasında nasıl bir pozisyonda olduğunu hepimiz biliyoruz. Yetmişli yılların günlük gazeteleri akşam üstü gelen nahiyesi 1987’de ilçe oldu ama makûs talihinde önemli bir değişme olmadı. Ebediyete akıp giden bunca seneye rağmen “Şalpazarı nereye bağlı?” sorusu hâlâ ve henüz tedavülden kalkmış değil.
Peki, gurbetteki Şalpazarı ne alemde? Yurdun diğer bölgelerini ve yurt dışını bir yana bırakalım ve şimdilik İstanbul’a bakalım. Üsküdar, Sancaktepe ve Tuzla olmak üzere kümeleşmiş bir nüfusları var, bu da onlara belediye başkanlığı ve başkan yardımcılıkları getirmiş 2014’teki seçimde. Bu siyasetçi hemşehrilerin geride kalan beş yılda Şalpazarı ve Şalpazarlılara haylice faydası da dokunmuştur. Bu durumda bir sonraki seçimde ne yapılması gerekmektedir? Şalpazarlıların yeniden aday gösterilen hemşehrilerine canla başla sahip çıkması, değil mi?
Uzunca bir süre Üsküdar’daki “Şalpazarlı küskünler” gündemi meşgul etti. Onların gönlü yapılmaya çalışılırken seçim zamanı geldi çattı, bir de gördük ki bir grup Şalpazarlı köyüne muhtarını seçmeye gidiyor! Seçimden bir gün önce Şalpazarı’na giden hemşehrilerimizin mola yerlerinden, hava limanlarından paylaşımları, Refik Kurukız’ın Şalpazarı’nda onları hoş beş etmeleri...
Bu manzaranın müsebbibi Refik Kurukız’ın olması hiç de akla mantığa sığmıyordu, çünkü bizzat kendisi gelip İstanbul’daki dernek gecelerinde avazı çıktığı kadar “Şalpazarı’nda nasılsa bir Şalpazarlı belediye başkanı seçilecek. Ben olmasam bir başka Şalpazarlı olacak. Ama Üsküdar’da öyle değil. Şalpazarlı bir başkanımız ve aynı zamanda başkan adayımız var. Ona mutlaka sahip çıkalım” diye haykırmıştı. Şimdi de sayın başkanın “Canım, ben gelecek olanlar hariç demek istedim” diyecek hali yoktur herhalde. Belki kendisi bu konuda bir açıklama yapar. Bilmiyoruz.
İstanbul’da her oyun altın değerinde olduğunu herkes bilmiyor mu? İşte İBB seçiminin durumu ortada. Üsküdar’da da Hilmi Türkmen çok rahat ve açık farkla kazanmadı, bu da bilinmeyen ve tahmin edilmeyen bir şey değildi. Kaybetse ne olacaktı? O taşıma oyla seçilen muhtarlarımız şimdi kapısına ne yüzle gelecekler? Ya Üsküdar’da oturup da seçim turizmi için köye gidenler?
Bu oy turistlerinin kimler olduğunu bilmiyorum ama onların içinde mutlaka “Üç kat yetmez, beş kat, beş kat yetmez, on kat... Ver Hilmi başkan ver. Yoksa sana oy yok!” diye zırlayanlar da vardır.
Benim anam-babam 1972’de Üsküdar’ın merkezinde imarlı, tapulu, her şeyiyle yasal bir ev aldılar, borç harç. Taksitleri bitirene kadar canları çıktı. Şimdi? Evimi yeniden yapmam için bir ev parası daha ödemem gerekiyor. Çünkü Üsküdar merkezde kat artışı olamıyor. Yani anam babam enayi durumuna düştü şu vaziyette.
Boyun büktük, sesimizi çıkarmadık, Hilmi başkanı desteklemeye devam ettik. Gazeteci kimliğimize rağmen hiçbir açık ortamda bu durumu dillendirmedik, başkana “Bu haksızlık olmuyor mu?” şeklinde bir soru sormadık. Ama pek değerli hemşehrilerimiz Üsküdar’ı bırakıp köylerine hayati (!) öneme haiz muhtar seçimine gittiler.
İmdi...
Bu hareket karşılıksız kalmamalı. Olayın öznesi kim ya da kimlerse bedelini ödemeli. Bu işin takipçisi olacak, gereken neyse yapılması için elimden geleni ardıma koymayacağım. Bu kadar söyleyeyim.